Eurosport Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Bağış Erten, Borussia Dortmund hakkında doğru sanılan beş yanlışı yazdı.
Bundan iki yıl önce Radikal gazetesinde yazmıştım: Sarı-Siyah bir Aşk Hikayesi… Dortmund’dan bahsediyordum, başardıklarından, nereden başlayıp nereye geldiklerinden… Artık bugün herkes onlardan bahsediyor. Şampiyonlar Ligi finali öncesi her yerde Klopp var, Lewandovski var, ‘genç Götze’nin acıları’ var… Herkes imreniyor, herkes yorumluyor. Ama gene ‘Türk usulü’, gene kulaktan dolma, gene az bilgi, bol kanaatle. O yüzden final öncesi bazı yanlışları düzeltmekte fayda var.
İşte size Dortmund hakkında doğru zannedilen 5 yanlış şey.
5- Bu takım Almanların dönüşüm hamlesinin bir sonucudur
Evet, doğru. Almanlar özellikle 2000’li yılların başında (hatta bazıları bunu 98 Dünya Kupası’ndaki başarısızlık sonrası alınan kararlara dek götürüyor) memleket futbolunu düzeltme için bir plan ortaya koydular ve o plan çerçevesinde bir dizi önlem paketi de geldi. Akademi kurma zorunluluğu, sıkı mali denetim, altyapıdan oyuncu oynatmaya destek falan filan. Ama bu tedbirlerin Dortmund’a ulaşması zaman aldı. Çünkü kulüp 2005’te iflas etti! Tarihe dikkat! Alman futbol devriminin tetikleyicisi Dünya Kupası’nın bir yıl öncesinden bahsediyoruz. Nitekim herkesin takdirini kazanan o gepegenç Dünya üçüncüsü Almanya’da çok az Dortmundlu vardı. Yani Dortmund Alman futbolunun dönüşüm hikayesinde son vagondu. Evet, bu süreçten yararlandılar. Ama çok geç kalarak. O yüzden kendi devrimlerini kendileri yarattı.
4- Bayern Münih gibi oynuyorlar: Yeni Alman futbolu bu!
Yeni Alman futbolu mu, yoksa Polonya futbolu mu orasını bilemem. Ama eski Almanya’dan hiç iz yok. Teknikle, fizik güçle pek alakaları yok onları. Yani Bayern Münih gibi falan oynamıyorlar. Olsa olsa şu denilebilir. Bayern onlar gibi oynuyor. Jürgen Klopp bunun altını net çiziyor. Hatta bu yüzden Hoeness’le atışmışlıkları bile var. Bayern bize özendi, diyor Klopp. Haksız da değil. Özellikle ilk şampiyonluk sonrası bu konuda rakiplerinden pek çok övgü aldılar. Üstelik hâlâ da birbirlerine benziyor sayılmazlar. Hele de defans yaparken… Bayern fizik gücünü yıkıcı bir etki olarak kullanıyor. Ama Dortmund top rakipteyken ille de bir takıma benzeyecekse Barcelona’ya benziyor. Hızlı bir presle topu tekrar kapma derdindeler. Atakta ise kendilerine özgü bir yapıları var. Çok hızlılar. Çok basit şablonları tıkır tıkır işletiyorlar…
3- Bu takım bir altyapı hamlesinin ürünü
İşte Dortmund’la ilgili en büyük yanlışlardan biri. Tabii ki dünyanın belki de en iyi altyapılarından birine sahipler. YIllarca dünya futboluna pek çok yıldız kazandırdılar. Ama bu hep böyleydi zaten. Dün de, bugün de… Juventus’u yenip Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldukları maçta da üç isim onların emeği, gözünün nuruydu: Stefan Klos, Michael Zorc (şu andaki takımın sportif direktörü) ve Lars Ricken (şu anda altyapının başında). Bu seneki finalde ise daha az ‘kendi üretimleri’ olacak. Muhtemelen bir tek Schmelzer oynayacak, belki bir de Nuri. Reus sayılmaz, çünkü onu yetiştirip ellerinden kaçırdılar ve geleli bir sene oldu. Yani Dortmund’un ilk onbirde altyapısından aldığı sayısal katkı (Götze’yi saysak dahi) geçen sezonki Galatasaray’dan fazla değil (Emre Çolak ve Semih Kaya).
2- İyi bir kuşak yakaladılar
Bir önceki yanlıştan kurtulanlar buna yakalanıyor. Evet birbirine yakın yaşta pek çok iyi oyuncu bir arada. Ama bu kuşak kendiliğinden oluşmadı ki. Kulüp yönetimi ve Klopp onları teker teker, oradan buradan topladı. Her sene birer ikişer oyuncu aldılar, tuğlaları yavaş yavaş dizdiler. İğneyle kazarak buldular hepsini. Düşünün, geçen sezona dek en pahalı oyuncuları 5.5 milyon avroluk İlkay’dı. İnanmıyorsanız, gelin Real Madrid’e dört gol atan onbir nasıl oluşmuş bakalım. Klopp gelmeden önce kadroda Weidenfeller ve Kuba vardı, Hummels ise Bayern’den kiralıktı. 2008’de Klopp’un imzasıyla birlikte önce Hummels’in bonservisi alındı, hemen yanı başına da Mainz’dan Subotic’i yerleştirdi kurt teknik adam. Aynı yıl Schmelzer altyapıdan kadroya girdi. 2009’da Bender transfer edildi. 2010’da gelen Real’e dört gol atan Lewandowski’nin ederi 5 milyon değildi bile. Aynı yıl Götze’yi altyapıdan çıkardılar. Üstüne bir de Piszczek’i bedelsiz aldılar. 2011’de İlkay, 2012’de ise Reus geldi ve Real Madrid’e dört atan onbir tamamlandı. Toplam transfer maliyeti 40 milyon avro. Beş seneye bölersek yıllık sekiz milyon. Yani aşağı yukarı Alper Potuk kadar… Aldıkları maaşın ise Real ve Bayern’in üçte biri olduğu söyleniyor. Bu arada son iki sezonda gelip giden ve satışlarıyla kulübe 42 milyon avro kazandıran Kagawa, Barrios, Perisic ve Nuri’yi bu maliyet hesabına saymıyoruz.
1- Kimseye örnek olamazlar. Arkasında Alman aklı, sistemi ve futbol mantalilesi var
Bal gibi de örnek olurlar. Ne sadece Alman sisteminin ürünü onlar, ne de Barcelona gibi müthiş bir altyapının… Evet bunların da etkisi var. Ama ‘yapılabilir bir ideal’ onlar. Messi gibi sihirbazları, Bayern/Real kadar paraları yok ama çok zeki bir teknik adamları (Klopp), takımın mali yapısını çok iyi kurgulamış bir genel müdürleri (Watzke) var. İkisi de futbol profesyoneli. İkisi de ‘sonradan Dortmundlu’. Taklik edilemez bir tek yanları var: Seyircileri ve kulüp kültürleri. 8 yılda bataktan Şampiyonlar Ligi’nin finaline çıktılarsa en çok onlar sayesinde. Ama bu da zamanla öğrenilebilir. Ya da en azından özenilebilir. Dünyanın en iyi taraftarı bizde diye övünen bir memleketin çocukları değil miyiz biz de? Dünyanın en iyi takımı değiller. Ama herkesi yenebilirler. Yarattıkları takım ruhunun kimseden korkusu yok.
İşte Dortmund’un peri masalı böyle. Futbol romantizmi düşmanları için uyarı: Bu ifade bizim değil İngiliz basının… Abartıp ‘sosyalist futbol’ diye yazan dünya futbol uzmanları da var. Aman Türkiye’de söylemesinler. Topa tutulurlar. En iyisi gerçekleri kendi akıbetine bırakmak. Sonuçta biliyoruz, onlar kazanırsa bu oyun değişir.
Bağış Erten / Eurosport